16 Ağustos 2014 Cumartesi

Diş ağrısı nasıl geçer ?

Dişiniz çürükse ve dolgulu değilse

  • İlk olarak dişinizi fırçalamayı deneyin. Bu, çürüğüne sıkışmış ve ağrıya neden olan besini oradan uzaklaştırmaya yardımcı olur. Eğer çürüğe kolayca ulaşabiliyorsanız kolonya veya alkol damlatılmış bir kürdan ile çürüğün içinden besini çıkarmaya çalışın.
  • Tuzlu su ile birkaç dakika gargara yapmayı deneyin.
  • Yarı yarıya sirkeyle (elma üzüm fark etmez) karıştırılmış su ile yine birkaç dakika gargara yapın.
  • 10 tane kadar kuru karanfili öğütüp yarım su bardağı ılık suda 3 - 5 dakika demledikten sonra rengi değişen bu suyu soğutun ve gargara yapın. Veya karanfili ağzınızda çiğneyip çürüğün üzerinde bekletin. Karanfilin uyuşturma etkisi ağrıyı dindirmeye yardımcı olacaktır.
  • Ezilmiş veya ağzınızda çiğnediğiniz 1 - 2 diş sarımsağı çürük dişin üzerinde bekletin. Bu bölgedeki iltihabın dolayısıyla iltihabın neden olduğu basınç ağrısını azaltabilir ve ağrıya neden olabilecek her türlü bakteriyi yok eder.

Dişiniz dolguluysa veya kaplamaysa ve dişin özüne ulaşamıyorsanız

  • Yukarıdaki çözümler dolgulu ve kaplamalı dişler içinde kullanabileceğiniz yöntemlerdir. Ancak kaplamalı veya dolgulu diş bir kapalı kutu olduğu için etki etmesi çürük dişe göre daha uzun sürebilir.
  • İlgili bölgeyi olabildiğince soğutun. Soğuk suyla gargara yapın. Veya küçük bir buz parçasını yanakla ilgili dişin tutunduğu damak arasında eriyene kadar bekletin.
  • Ağrı kesici kullanmayı deneyin, kullanırsanız aç karnına veya yemekten birkaç saat sonra kullanın. Ağrı kesici temin ederken tercihi eczacıya bırakın. Kullandığınız başka bir ilaç varsa söyleyin, sıra dışı bir durumunuz varsa alerji vb. gibi bunu da bildirin. 

Diş ağrısını geçirebilecek pratik çözümler

Karanfil

kuru karanfil, çürük dişKaranfil ağacının çiçek tomurcuklarından elde edilen karanfil baharatı şekliyle dişi, rengiyle de diş çürüğünü anımsatarak adeta dişin ağrıdığında onu kullan dercesine yaratılmış bir bitkidir. Kuru karanfil uygulandığı diş ve diş eti bölgesinde lokal uyuşma sağladığı gibi aynı zamanda da antibakteriyeldir. Yani sizin bu diş ağrınızın gizli müdavimlerini imha edici etki göstermektedir.

Yalnız karanfil ile tam uyuşma sağlanmak istendiğinde bölge uyuşana kadar karanfilin ilgili bölgede durması gerekmektedir. 8 - 10 adet kuru karanfil öğütülüp yarım su bardağı ılık suda 3 - 5 dakika bekletildikten sonra rengi değişen su ile gargara yapılabilir. Daha sonra bardağın dibinde kalan karanfil posası ilgili bölgeye konularak bekletilebilir. Buda uzun süre uyuşma sağlar. Çünkü karanfilin etken maddeleri damağa iyice işleyip sinirlere ulaşması gerekmektedir. Bu sayede iltihaba kadar işleyip antibakteriyel etkisi sayesinde iltihabın küçülmesine bile yardımcı olabilir. Bunu yaparken de bu posayı küçük bir parça peçetenin içine koyup 50 krş büyüklüğünde bir sallama çay poşeti gibi paketleyip çürük dişinizin damağı ile yanağınız arasında bekletmeniz etkiyi artıracaktır. Özellikle de dolgulu yani çürüğü görünmeyen diş ağrılarında bu şekilde kullanılmalıdır. Ayrıca karanfil suyunu yağını veya baharatını yutmak ağrıyı azaltmadığı gibi aşırı tüketimi ishale sebebiyet verebilir.

Sarımsak

Ezilmiş ve tuz ile karıştırılmış sarımsak bölgedeki iltihabın dolayısıyla iltihabın neden olduğu basınç ağrısını azaltabilir. Bunun için yine sarımsağın bir müddet ilgili bölgede bekletilmesi gerekmektedir.

Sirke ve Tuzlu su

Sirke sadece dolgusu olmayan çürüklü diş ağrılarında gargara yapılması ağrıyı azaltıp, çürük bölgesindeki bakterilere karşı müthiş bir dezenfektan işlemi sağlamaktadır. Dolgulu dişlerde pek etkili olamamaktadır. Bu arada sirkenin saf olarak değilde bire bir oranında su ile karıştırılması ağız içinde oluşabilecek tahrişlerin önüne geçecektir.

Tuzlu suda yine diş eti ve açık diş çürüklerinde dezenfektan amaçlı kullanılmaktadır.

Buz

küçük buz parçası
Bu çözüm önerilerine son olarak bu sıkıntılı ağrı sürecinde biraz olsun nefes almanızı bu ağrılı sürece bir müddetliğine de olsa mola vermenizi sağlayacak, kendimin de uyguladığı ve olumlu sonuçlar aldığı bir yöntemi de paylaşmak istiyorum. Özellikle ağrısını bir türlü dindiremediğiniz dolgulu diş ağrılarında kısa süreliğine etkili olabiliyor ve bir süre oh diyebiliyorsunuz.

Resimde görüldüğü gibi 2x4 cm büyüklüğünde ve yaklaşık 1 cm kalınlığında bir buz parçasını ağrıyan dişiniz ile yanağınızın arasına yerleştirmeniz ve dayanabilirseniz eriyene kadar orada tutmanız. Bu şekilde bir buz parçasını, dondurulmuş bir buz kalıbını musluktan akan su altında kenarını köşesini eriterek veya tırtıklı bir bıçakla keserek de oluşturabilirsiniz.

İlk etapta ağrıyı artırıyormuş gibi oluyor ama sonrasında büyük bir rahatlama geliyor. Sonra tabi ağrı tekrar devam ediyor ama bunu tekrar yaptığınızda tekrar bir müddet rahatlıyorsunuz. Sonra yine ağrıyor ama devamlı olarak kesintisiz ağrımasından iyidir diye düşünüyorum. Ayrıca belki sizde daha uzun süre rahatlama da sağlayabilir.

Çörek otu

Çörek otu o anki ağrınızı dindirmez. Peki o zaman neden çörek otu bahsini açtığımı soruyorsunuz. Çörek otunun karanfil gibi uyuşturma özelliği yoktur ama düzenli olarak kullanıldığında ağrıya neden olan etkenlerin ortadan kalkmasını sağlar. Yani ağrıyı kökünden çözer. Bu ağrı sendromunu atlattıktan sonra en az 2 ay düzenli olarak her gün 2 gram çörek otunu çiğneyerek tüketmenizi öneririm. Bunun neticesinde bağışıklık sisteminiz ilk iki ayda yüzde 75 daha güçlenecek, vücudun zararlı bakterileri yok etmedeki başarısını artırıp süresini de kısaltacaktır. Buda ağrıya neden olan iltihaplanma sürecenin ağrıya neden olacak kadar büyümeden sonlanmasına yardımcı olacaktır. İltihap demek savaş meydanı demektir, vücut hücreleri bakterilerle birbirlerine giriştiklerinde iltihap oluşur ve savaş lehimize sonlanmazsa iltihap büyür basınç yapar ve ağrıya neden olur.

SİNÜZİTİN BELİRTİLERİ NELERDİR ?

SİNÜZİT

Burun, alın, şakak ve göz çevresindeki içi hava dolu boşluklara, sinüs denir. Sinüslerin büyüklüğü değişiktir ve sayıları yaklaşık 15-20 civarındadır. Bu sinüsler, kanallarla buruna açılırlar. Bu kanalların içinden burun mukozası geçer. Bu mukozanın ürettiği salgı burun içine gelir ve solunum yollarının ısıtılmasını ve nemli kalmasını sağlar. Bu mukoza iltihaplanırsa, sinüzit oluşur. Kronik ve akut olmak üzere iki tip sinüzit vardır.

SİNÜZİT KİMLERDE VE NASIL ORTAYA ÇIKAR?

Bazı insanlar, sinüzit hastalığı için daha fazla risk altındadır. Bu hastalığa karşı daha duyarlı bir bünyeleri vardır. Örneğin nefes almasını zorlaştıracak bir sorunu olanlar, burnun içindeki yapının eğri olması ya da burun kemiğinin kırık olması mukus akışını engeller ve sinüzite karşı hastayı daha hassas hale getirir. Nezle gibi soğuk algınlığına yakalananlarda ve alerjisi olanlarda da aynı şekilde sorun ortaya çıkar. Ayrıca mukoza şişer ve sinüs kanalları kapanır. Eğer nezle, bir kişide bir haftadan daha fazla sürüyorsa büyük ihtimalle bu sinüzittir.
Bunların dışında, sigara ve alkol kullananlarda ve bazı enfeksiyonlara çok yakalananlarda vücut direnci düşeceğinden hastalığa yakalanma riski artar.

SİNÜZİT BELİRTİLERİ

Sinüzitte yüzde, gözde ve başta ağrı vardır. Baş ağrısı zonklayıcı şekildedir. Öksürürken, ağır bir şey kaldırırken ya da eğilirken bu ağrılar artar. Bunun sebebi, bu hareketler esnasında sinüs içindeki basıncın artmasıdır. Ağrıyan yere baskı yapıldığında, duyarlılığın arttığı görülür. Bu ağrılar, özellikle akut sinüzitte şiddetlidir.
Sinüzitli kişilerde görülen bir diğer belirti, burun akıntısıdır. Bu genelde tek taraflıdır ve akıntı sarı-yeşilimsi bir renktedir. Uzun süren ya da zaman zaman ortaya çıkan burun akıntısı, iltihaplıdır ve solunum yollarında yayılırsa öksürük ve bronşite neden olabilir. Bazı hastalarda ses kısıklığı yapar. Boğaz ağrısı, yeterince koku alamama ve hatta diş ağrısı hastanın şikayetleri arasındadır.
Bunların dışında hasta, çok yorgundur. Hiç bir şey yapmak istemez. Ateşi biraz yükselmiştir. Çocuklarda da aynı belirtiler görülür fakat hastalık biraz daha hafif seyreder. Bulantı ve kusma da çocuklarda ortaya çıkabilir.
Ayrıca sinüzitin meydana getirdiği bazı yan etkiler vardır. Hastanın genel sağlık durumu bozulabilir. Çift görme, göz ve alın bölgesinde ağrı yapan şişlikler oluşabilir. Mutlaka tedavi edilmelidir.

SİNÜZİT TANISI NASIL KONUR?

Bunun için öncelikle, bir Kulak Burun Boğaz uzmanına başvurmanız gereklidir. Öncelikle sizin şikayetleriniz dinlenecektir. Yapılan muayene ve doktorunuzun size sorduğu sorular hastalığın tanısını koymaya yardımcı olacaktır. Başınızın ne zaman ve ne kadar sıklıkla ağrıdığını, burun akıntınızın rengini öğrenmek isteyecektir. Burun tıkanıklığı ya da görme bozukluğu gibi bulguların varlığını öğrenmek için burnunuzu, ağzınızı, boğazınızı ve kulağınızı muayene edecektir. Gerekirse sizden sinüslerinizi incelemek için röntgen filmi çekimi isteyebilir. Bunlar akut sinüzitin tanısında kullanılır. Kronik sinüzitte ise sinüsler için bilgisayarlı tomografi gerekebilir. Ayrıca endoskopi yardımıyla burnunuzu incelemesi gerekir.

SİNÜZİTTEN KORUNMA YOLLARI NELERDİR?

Sinüzitin en büyük sebeplerinden birisi soğuk algınlığıdır. Basit bir nezle bile sinüzite yol açabilir. Saçları ıslatıp soğuk havaya çıkmak, özellikle havanın rüzgarlı olmasıyla üst solunum yollarında enfeksiyon sonucu sinüzit gelişimine yol açar. Bu konuya özellikle gençlerimizin dikkat etmesi gerekir. Havanın kirli, dumanlı olması, klimalı ortamlarda uzun süre kalmak, özellikle sıcak havalarda terledikten sonra serinlemek için vantilatörün önüne geçmek sinüzite davetiye çıkarmaktır. Çok kuru ortamda bulunmamaya özen gösterilmelidir. Gerekirse evin nemi olması gereken miktara ayarlanmalıdır. Kaloriferli evlerde bu rahatlıkla yapılabilir.
Ayrıca uzun süren burun tıkanıklığı ve iltihabı, dişlerde meydana gelen bir iltihap sinüzitin oluşmasına yol açar. Sigara kullanmak, bir çok hastalıkta olduğu gibi sinüzitte de etken rol oynamaktadır. Bunun dışında solunum yolu alerjisi olan kişilerin, alerji maddelerden uzak durması gerekir ve bu konuda doktora başvurmasında fayda vardır.

Hamam Otu Tozu Nedir?

Biz kadınların, ömrünün neredeyse yarısı istenmeyen tüylerden kurtulma uygulamaları ile geçer. Ağda, lazer epilasyon, traş, tüy dökücü kremler ve bir de halk arasında hamam tozu olarakta bilinen hamam otu vardır Tıpkı traş uygulaması gibi belki de daha az zaman alan ve traşta olduğu gibi yaralanma kesik, acı gibi durumların olmadığı bitkisel tüy dökücü hamam otu hakkında sizlere bilgiler sunuyorum...


Hamam Otu Tozu

Anlatılanlara göre çok eskilerden var olan bu ürünü, kolay, hızlı ve acısız bir şekilde istenmeyen tüylere son veriyor. Ufak nemlendirici krem kutularında satılan ürün, beyaz renkte olup pudra şeklindedir. Fiyatı ortalama 3-4 TL civarıdır. Aktarcı dediğimiz bitkisel ürün satan mağazalardan ürünü elde edebilirsiniz.


Hamam Otu Tozu Nasıl Kullanılır?

İçine çamur gibi cıvıyacak şekilde biraz su koyun ve karıştırın. Cıvıdıktan sonra kılların, tüylerin üstüne sürün ortalama 3-4 dakika sonra elinize lif gibi bir bez alıp sürdüğünüz yerlere sürterek kılların dökülmesini sağlayın. Acısız ve sızısız anında kıllarınızdan kurtulacaksınız.


Tüyler Kaç Hafta Sonra Çıkar?

Tüylerinizi hamam otu ile döktükten sonra 2-3 hafta için tüyler çıkmaya başlayacaktır. Jilet gibi tüyü dipten almadığı için döktüğünüzden 2 kat daha fazla çıkmaz. Yavaş kıllar azalır. Düzenli kullanırsanız üründen tam verim alabilirsiniz.


Nelere Dikkat Etmeliyiz?

Ürünü göz ve yüzüne kesinlikle teneffüs ettirmemelisiniz. Bu yüzünde tahrişe neden olabilir ve istenmeyen sonuçlar elde edebilirsiniz, hatta ağır yaralanmalara bile maruz kalabilirsiniz. Sonuç olarak, ağda gibi yöntemleri kullandıysanız bir bu yöntemi kullanmanız size bir alternatif olacaktır. Ama emin olmalısınız ki pişman olmayacaksınız.


Hamam Otu Nedir?

Asıl adı zırnık otudur. Halk arasında tüy dökücü özelliğinden dolayı hamam otu da denir. Zırnık Sarı renkli tabii arsenik sülfür minerali çok zehirli bir maddedir. Sanayide en çok deriden kılları ayırmak için kıl dökücü olarak kullanılır. Hamam otu; vücuttaki gereksiz kılları almak için kullanılan, çamur kıvamına getirilip sürülen bitki tozu.

Dikkat: Hamam otu çok zehirli bir bitkidir. Dikkat edilmezse ölümlere neden olabilir !

AKCİĞER KANSERİ, BELİRTİLERİ VE TEDAVİSİ

Akciğer Kanseri Belirtileri ve Tedavisi
Secondhand Smoke and Lung CancerAkciğerde başlayan kanserler iki ayrı tipe ayrılırlar. Küçük hücreli olmayan akciğer kanseri ve küçük hücreli akciğer kanseri. Bu kanserlerin birbirinden ayırımı, hücrelerin mikroskoptaki görüntülerine göre yapılır. Her iki tip kanserde değişik şekillerde gelişip yayılır ve tedavi edilirler.
Küçük Hücreli Olmayan Akciğer Kanseri
Küçük hücreli akciğer kanserlerinden daha yaygındır ve genel olarak daha yavaş gelişir ve yayılırlar. Bu kanserin 3 ana tipi vardır:Bu tipler arasında tedavi ve yaşam süresi açısından fark yoktur.
Küçük Hücreli Akciğer Kanseri
Bu kansere bazen de yulaf yulaf hücresi kanseride de denir. Küçük hücreli olmayan akciğer kanserine göre daha az yaygındır. Bu tipdeki kanserler daha hızlı gelişir ve vücudun diğer organlarına yayılması da daha fazladır.
Akciğerlerde başlayan kanserler 2 tipe ayrılırlar. Mikroskop altında hücrelerin görüntüsüne göre küçük olmayan hücreli akciğer kanseri ve küçük hücreli akciğer kanseri. Her tip akciğer kanseri farklı şekilde büyür, gelişir ve tedavi edilir.
Akciğer Kanserinde Risk Elementleri

Akciğer kanser oluşumu tek bir sebebe bağlanamaz. Yapılan araştırmalar sonucu akciğer kanserinin bir çok nedeni bulunmuştur Çeşitli faktörler akciğer kanser oluşumunda rol oynayabilir. . Bunların çoğu tütün kullanımıyla ilişkilidir Kanser bulaşıcı değildir. Bazı insanların akciğer kanser olma riski diğerlerinden daha fazladır. Aşağıdaki durumlarda kanser riski artmaktadır.
Sigara içmek akciğer kanserine neden olur. Tütündeki zararlı maddeler (karserojen) akciğerdeki hücrelere zarar verir. Zamanla bu zararlı etkiler hücrelerde kansere neden olabilirler. Bir sigara içicisinin akciğer kanseri olması; hangi yaşta sigara içmeye başladığı, ne kadar süredir sigara içtiği, günde içtiği sigara sayısı, sigarayı ne kadar derin içine çektiğiyle alakalıdır. Sigara içmeyi bırakmak bir kişinin akciğer kanseri olma riskini büyük ölçüde düşürür.
Puro ve pipo;puro ve pipo kullananlar bunları kullanmayanlara göre daha çok akciğer kanseri olma riskine sahiptirler. Kişinin kaç yıldır puro veya pipo içtiği , günde kaç adet içtiği ve ne kadar derin içine çektiği, kanser olma riskini etkileyen faktörlerdir. İçlerine çekmeseler de puro ve pipo içicileri akciğer ve ağız kanserinin diğer tipleri için de risk altındadırlar.
Pasif içiciler (tütün dumanına maruz kalanlar); akciğer kanseri olma riski pasif içicilik durumunda da artmaktadır.
Asbest; Belli bazı endüstrilerde kullanılan ve doğal olarak fiberlerde bulunan bir mineral grubudur. Asbest fiberleri partiküllere ayrılmaya meyillidirler ve havada dolaşıp kıyafetlere yapışırlar. Bu partiküller solunduğu zaman akciğerlere yerleşirler ve orada akciğer hücrelerini zarara uğratırlar ve böylece kanser gelişme riskini artırırlar. Çalışmalar asbeste maruz kalan işçilerde akciğer kanseri gelişme riskinin maruz kalmayanlara göre 3-4 kat daha fazla olduğunu göstermiştir. Bu artış gemi inşası, asbest madenleri, izolasyon işi ve fren tamiri gibi endüstrilerde çalışanlarda gösterilmiştir.
Akciğer kanseri olma riski asbest işçileri sigara içiyorlarsa daha fazladır. Asbest işçileri iş verenleri tarafından temin edilen koruyucu malzemeleri kullanmak ve tavsiye edilen iş ve güvenlik prosedürlerini takip etmek zorundadırlar.
Hava Kirliliği; Akciğer kanseri ile hava kirliliğine maruz kalmak arasında bir ilişki bulunmuştur. Ama bu ilişki açıkca tarif edilememiştir ve daha fazla araştırma yapılması gerekmektedir.
Akciğer Hastalıkları; Verem gibi bazı akciğer hastalıkları kişinin kanser olma riskini artırırlar. Akciğer kanserinin veremle etkilenen bölgelerde daha fazla gelişme eğilimi vardır.
Hastanın hikayesi; Bir kere akciğer kanseri olan kişinin tekrar ikinci akciğer kanseri olma riski, hiç kanser olmamış kişiye oranla daha fazladır. Akciğer kanseri tanısı aldıktan sonra sigara içmeyi bırakmak, ikinci bir akciğer kanseri gelişmesini önleyebilir.
Riskli meslekler; madenciler, tekstil, izolasyon ve tersane işçileri, petro-kimya, baca temizleyiciler, plastik sanayi işçileri, maden ve kaynak işçileri, çamaşır suyu üreticileri,cam seramik,muşamba ve batarya işçileri,boya,dökümhaneler,çelik işçileri
Akciğer kanserinden korunmanın en iyi yolu sigara içmeyi bırakmak veya hiç başlamamaktır.

Akciğer kanserinin belirti ve bulguları:
1- Bitmek bilmeyen ve zamanla daha kötüye giden bir öksürük
2- Kalıcı göğüs ağrısı
3- Kan tükürmek
4- Nefes darlığı
5- Hırıltılı nefes alıp-vermek.
6- Sık sık zatürre veya bronşit olması ve geçmemesi
7- Boyun ve yüzde şişkinlik
8- İştahsızlık ve kilo kaybı
9- Yorgunluk
Bu bulgular akciğer kanserinden veya daha az ciddi durumlardan kaynaklanabilir.Bulguların bir doktor tarafından değerlendirilmesi gerekir.
AKCİĞER KANSERİNİN TANI KONUMU

Belirtilerin nedenlerini bulmaya yardımcı olması için doktor kişinin geçirdiği hastalıkları, tütün kullanma ( sigara,pipo,puro vs.) durumunu, çevresel veya mesleki olarak maruz kaldığı maddeleri ve diğer aile fertlerinde kanser olup olmadığını sorgular. Göğüs röntgeni ve bazı testler isteyebilir. Eğer akciğer kanserinden şüpheleniyorsa balgam tetkiki (sputum sitoloji ; akciğerlerdeki mukozadan derin öksürükle çıkan materyalin mikroskopta incelenmesi) ister.Bu tetkik akciğer kanserini tespit etmek için basit ve yararlı bir testtir. Doktorun kanserden emin olmak için akciğer dokusunu incelemesi gerekebilir.
Biyopsi ile alınan küçük bir doku parçasının patolog doktor tarafından mikroskop altında incelenmesi kişinin kanser olup olmadığını gösterir.
Bu doku parçasını almak için bir çok yöntem vardır.
1)Bronkoskopi: İnce ve ışıklı bir tüp ( bronkoskop) hava yollarını görmek için ağızdan sokulur, hava yolları incelenir ve buradan küçük bir doku parçası alınır.
2)İğne aspirasyonu: Göğüsten bir iğne sokularak tümörden küçük bir doku parçası alınması işlemidir.
3)Torasentez: Bir iğne kullanılarak akciğerleri çevreleyen sıvıdan biraz alınıp bu örneğin incelenmesidir.
4)Torakotomi: Kanseri tanımak için tümörden bir parça almak amacıyla göğüs kafesinin cerrahi müdahale ile açılmasıdır.
HASTALIĞIN EVRELENDİRİLMESİ:

Yapılan tetkikler sonucu hastada kanser saptanırsa doktor hastalığın hangi evrede olduğunu öğrenmek isteyecektir. Bu evrelendirme kanserin yayılıp yayılmadığını yayılmış ise vücudun hangi bölgesine yayıldığını bulmak için yapılır.
Akciğer kanseri genellikle beyin ve kemiklere yayılır. Hastalığın evresini bilmek doktorun tedaviyi planlamasına yardımcı olur. Kanserin yayılıp yayılmadığını bulmak için kullanılan bazı tetkikler şunlardır:
Bilgisayarlı tomografi
Magnetik Rezonans İncelemesi
Kemik sintigrafisi; Kanserin kemiklere yayılıp yayılmadığını gösterir. Az bir radyoaktif madde kan dolaşımına verilir ve anormal kemik gelişimi olan yerde toplanır.Tarayıcı denilen alet bu alanlardaki radyo aktif seviyesini ölçer ve bunu röntgen filmine kaydeder.
Mediastinoskopi / Mediastinotomi: Mediastinoskopi kanserin göğüsteki lenf düğümlerine yayılıp yayılmadığını gösterir.

AKCİĞER KANSERİ TEDAVİSİ

Tedavi bir çok faktöre bağlıdır. Bunlar akciğer kanserinin tipi, hastalığın evresi ve hastanın genel sağlık durumudur. Bir çok değişik tedaviler ve tedavi kombinasyonları tedavide kullanılır.
Ameliyat sonrası gözle görünür, tespit edilecek düzeyde kanseri kalmayan hastalara verilen ek tedaviye adjuvan tedavi denir. Adjuvan tedavi ameliyat sonrası gözle görülmeyen ancak geride kalmış olması muhtemel az sayıdaki kanser hücrelerini öldürmek amacı ile verilir. Adjuvan tedavi verilip verilmeme kararı patoloji raporundaki özelliklere, hastanın yaşına, ve genel durumuna göre belirlenir. Hastalar ameliyat sonrası adjuvan tedavi olarak sadece kemoterapi veya sadece radyoterapi veya hem kemoterapi hem radyoterapi tedavisi alabilirler. Bazen, çok erken evrede olan hastalarda ameliyat sonrası adjuvan tedavi gerekmeyebilir.
Cerrahi Kanseri yok etmek için yapılan operasyondur. Cerrahi müdahalenin tipi kanserin akciğerdeki yerleşimine bağlıdır. Akciğerdeki küçük bir parçayı almak için yapılan operasyon ‘wedge’ veya ‘segmental’ rezeksiyon olarak adlandırılır.
Eğer cerrahi olarak tüm lob alınırsa (lobektomi), sağ veya sol akciğerin biri alınırsa (pnomonektomi) olarak adlandırılır. Bazı tümörler yerleşimi, büyüklüğü ve hastanın genel sağlık durumu nedeniyle ameliyat edilemez.
Kemoterapi kanser hücrelerinin ilaçlarla öldürülmesidir. Genellikle birden fazla ilaçtan oluşur. Kemoterapiyi yalnız bu konuda özel eğitimi olan hemşireler verir. Kemoterapinin verilme sayısı kür diye ifade edilir (1. kür, 2. kür gibi) ve genellikle aynı ilaçlar 21 veya 28 günde bir tekrarlanarak verilir. Kemoterapi çoğunlukla damardan sıvı şeklinde ayaktan tedavi merkezlerinde veya ağızdan hap olarak verilir. Bazen hastanın genel durumundaki bozukluk , verilen ilaçlar veya ilaçların veriliş şekillerine göre hastaların tedavilerini hastanede yatarak almaları gerekebilir. Her kür sonrası hastalar medikal onkoloji polikliniğinde kontrol edilirler. Bu kontrollerde hastalar muayene edilir, şikayetleri dinlenir, ilaçların yan etkileri sorgulanır ve vücuttaki diğer organlara bir zarar verip vermediğini araştırmak için bazı kan tetkikleri istenir. Her kür öncesi kan sayımının yapılması ve bu sayımın kemoterapiyi veren yetkili hemşirelere gösterilmesi gerekmektedir. Bir hastanın ameliyat sonrası kemoterapi alıp almayacağını, eğer alacaksa kaç kür alacağını patoloji raporundaki tümöre ait özellikler belirler. Ancak bu kararların verilmesinde hastanın yaşı, genel durumu da önemli rol oynar.
Bir gün içinde 12 saatten fazla zamanını yatarak geçirecek kadar genel durumu kötü olan hastalara kemoterapi verilmesi, yan etkilere tahammül edeme yeceklerinden uygun değildir. Kemoterapi yapılması planlanan hastalar, ameliyat olmuşlarsa ameliyattan sonraki 3 hafta içinde kemoterapinin başlanması tercih edilir.
Kemoterapi alan hastalar her kemoterapiden yaklaşık bir hafta kadar sonra medikal onkoloji polikliniğinde doktor kontrolünden geçmelidir. Bu kontrolde hastalar muayene edilir, şikayetleri dinlenir, kemoterapinin yaptığı yan etkiler değerlendirilerek gerekirse ilacın dozunda yeniden ayarlama yapılır.
Işın tedavisi:Aynı zamanda radyoterapi de denir. Kanser hücresini öldürmek için yüksek enerjili ışınlar kullanılmasıdır. Sınırlı her alana uygulanır ve bu alandaki kanser hücrelerini etkiler.Radyoterapi bir tümörü küçültmeye yönelik olarak cerrahiden önce veya kanser hücresini yok etmek için yapılan bir müdahaleden sonra uygulanabilir. Doktorlar radyoterapiyi genellikle kemoterapi ile birlikte cerrahi tedaviye karşı birinci alternatif olarak kullanırlar. Nefes darlığı gibi belirtilerin giderilmesi için de kullanılabilir.
Foto dinamik terapi Bu özel bir kimyasal maddenin kan dolaşımına verilmesi ve hücreler tarafından alınmasıdır. Bu kimyasal madde normal hücreleri hızla terk eder. Fakat kanserli hücrelerde daha uzun bir süre kalır. Daha sonra bu hücrelere lazer ışığı uygulanarak maddenin aktif hale geçmesi sağlanır ve hücreler öldürülür.
Küçük hücreli olmayan akciğer kanseri tedavisi:
Küçük hücreli olmayan akciğer kanseri hastaları bir çok değişik yolla tedavi edilebilirler. Tedavinin seçimi hastalığın yaygınlığı ile ilgilidir. Cerrahi müdahale en yaygın tedavi şeklidir. Radyoterapi ve kemoterapi de hastalığın süresini yavaşlatma ve semptomları kontrol etmede kullanılabilir.
Küçük hücreli Akciğer kanseri tedavisi:
Küçük hücreli akciğer kanseri hızlı yayılır. Bir çok vakada hastalık tanı konduğunda vücudun diğer bölümlerine de yayılmıştır. Doktorlar vücuda yayılmış kanser hücrelerine ulaşmak için hemen hemen her zaman kemoterapi kullanırlar. Kemoterapi içeren tedavi de akciğerdeki tümörler veya vücudun diğer bölümlerindeki tümörler hedeflenerek uygulanabilirler.Bazı hastalara beyine yönelik radyoterapi orada kanser olmasa da uygulanabilir. Bu tedaviye koruyucu beyin ışınlaması denir. Bu beyinde tümör oluşmasını engellemek için verilir. Cerrahi tedavi küçük hücreli akciğer kanserinde çok az uygulanır.
YAN ETKİLER

Kanser tedavisinin yan etkileri tedavi tipine bağlıdır ve her hasta için farklı olabilir. Doktor ve hemşireler tedavinin muhtemel yan etkilerini hastalara açıklarlar. Yan etkilerden korunmak için tedavi öncesi ve sonrası yollar önerirler.
Cerrahi Akciğer kanseri için temel tedavi yöntemidir. Akciğer cerrahisinden sonra göğüste hava ve sıvı birikme eğilimindedir.Hastalar genellikle dönmekte, öksürmekte ve derin nefes almada yardıma gerek duyarlar. Bu hareketler tedavi için önemlidir. Çünkü geri kalan akciğer dokusunun genişlemesine yardımcı olur ve fazla hava sıvı birikmesine engel olurlar. Göğüste ağrı, nefes darlığı akciğer cerrahisinin yaygın yan etkileridir. Hastalar eski enerji ve güçlerine kavuşmak için hafta-aylara ihtiyaç duyabilirler.
Kemoterapinin yan etkileri verilen ilaca göre değişir. Genel bir kural olarak kemoterapi hızla çoğalan hücreleri etkiler. Kanama sırasında pıhtılaşmayı sağlayan, hastalıklara karşı savunmamızı yapan ve vücudumuzdaki organlara oksijen taşıyan kan hücreleri hızlı çoğalan hücrelerdir. Bu kan hücreleri kemoterapi aldıktan yaklaşık 1 hafta 10 gün sonra sayıca azalırlar ve bu nedenle çabuk morarma veya diş fırçalama gibi küçük işlemler sonrası kanama olabilir. Normalde vücudumuza girdiklerinde savunma sistemimiz güçlü olduğundan hastalık yaratmayan mikroplar kemoterapi sonrası savunmamızı sağlayan hücreler azaldığından kolaylıkla ateşli hastalıklara yakalanmamıza neden olabilirler.Bu dönemde yıkanarak yediğimiz çiğ sebze ve meyvelere (örneğin salata gibi) en az 10 gün kadar yemekten kaçınmalısınız.Unutmayınız ki bu yasak meyve ve sebzelerin hastalığınız üzerine olan herhangi bir etkisinden dolayı değil, ne kadar temiz yıkasanız da yiyeceğiniz sebze veya meyvenin üzerinde kalmış olması muhtemel mikroplardan kaçınmak içindir. Yiyeceklerinizin bu zaman dilimi içinde pişmiş olmasına dikkat ediniz. Eğer 38.50C in üstünde bir saati geçen ateşiniz olursa mutlaka doktorunuza ulaşınız. Ateşiniz var ve kan hücreleriniz kan sayımında düşük bulunursa antibiyotik tedavisi almanız gereklidir. Kan hücrelerinizin sayısında meydana gelen bu azalma bir hafta ila 10 gün içinde kendiliğinden geçer ve hücreler normal sayılarına ulaşır.
Bir başka hızlı çoğalan hücre grubu sindirim sistemi hücreleri ve kıl kökü hücreleridir. Bu nedenle kemoterapi sonrası genellikle ilk haftadan sonra saçlar dökülür. Hastalarda iştah kesilmesi, bulantı, kusma, ishal ve ağız yaraları gelişebilir, bu yan etkilerin hemen hepsi ilaç tedavisi ile kontrol altına alınabilir. Bu yan etkiler kısa sürelidir, hastaların şikayetleri bir sonraki kemoterapi başlamadan önce geçmiş olur
Kemoterapinin bahsettiğimiz bu yan etkilerinin şiddeti hastadan hastaya değişir. Günümüzde modern kemoterapilerle uzun, kalıcı yan etkilere rastlamak nadirdir. Ancak bazı kemoterapi ilaçları kalp üzerinde olumsuz etkiler yapabilir, bu tür ilaçları kullananlarda doktor periyodik olarak kalbinizin etkilenip etkilenmediğini anlamak için tetkikler ister. Bugün kullanılan kemoterapi ilaç dozları ve kemoterapi kür sayıları kalp üzerinde olumsuz etki yapacak boyutta değildir. Bazı kemoterapi ilaçlarını aldıktan yıllar sonra kan kanseri yani lösemi gelişme riski vardır.
Ayrıca bazı kanser ilaçları yumurtalıkları etkileyerek yumurta hücrelerini öldürürler, böylece yumurtalıklar kadınlık hormonu olan estrojeni üretemez ve hastalar menopoza girerler. Adetler seyrekleşir yada durabilir ve bu durumda kadınlar hamile kalamazlar. Özellikle 35-40 yaşın üzerinde kemoterapi ile meydana gelen kısırlık kalıcıdır. Daha genç hastalarda kemoterapi süresince kesilen adetler bir süre sonra normale dönebilir.
Sağlık personeli kemoterapi sonrasında tedavinin olası yan etkilerini açıklarlar ve şikayetleri yok etmeye yönelik yollar önerirler.
Kemoterapi ilaçları çoğunlukla damardan verilir ve verildikleri damara zaman içinde zarar verip, damarın sertleşmesine ve dışarıdan bakıldığında gözle fark edilebilir hale gelmesine neden olabilirler. Kemoterapi alırken veya aldıktan sonraki gün ilacı aldığınız kolda kızarıklık şişme ve yanma olursa hemen doktorunuza haber vermelisiniz.
Kemoterapi alırken herhangi bir nedenle ağrı kesici kullanmanız gerekirse doktorunuza danışınız. Çünkü bazı ağrı kesiciler vücuttaki kan hücrelerinde sayıca veya işlevce azalmaya neden olabilirler. Bunun dışında kalp, akciğer ve böbrek hastalığınız için kullandığınız ve hayati önemi olan ilaçlarınıza kemoterapi süresince devam edebilirsiniz. Kullanmak zorunda olduğunuz bu ilaçları doktorunuza yaptığınız ziyaretlerde göstererek bir sakınca olup olmadığını sormanız uygun olur.
Radyoterapi kemoterapi gibi hem kanserli hem de normal hücreleri etkiler.Radyoterapi aldıkları süre içinde hastalar mümkün olduğunca istirahat etmelidir.
Tedavi gören bölgedeki cilt kızarabilir, kuru, hassas ve kaşıntılı olabilir.Tedavinin sonuna doğru aynı bölge daha ıslak ve akıntılı hale gelir. Bu derinin ışına karşı verdiği bir reaksiyondur. Bu alan mümkün olduğunca hava ile temas edecek şekilde olmalı, sıkı iç çamaşırı ve kıyafetlerden bu dönemde kaçınılmalıdır. Işın tedavisi aldığı süre içinde bu bölge suyla temas ettirilmemelidir. Doktora sormadan bu bölge için herhangi bir losyon ya da krem kullanılmamalıdır.Işın tedavisinin deri üzerindeki etkileri geçicidir. Fakat etkilenmenin derecesi hastadan hastaya değişir. Bazen ışın tedavisi almış alan bölgede cilt rengi normale göre daha koyu renkte kalabilir.
Metastatik hastalıkta özellikle beyin metastazlarında beyin ışınlaması yapılır.Bu işlem 1 hafta veya 10 gün kadar sürer, ışın tedavisine bağlı bulantı ve kusma gibi yan etkiler gelişebilir.Bu durumlar için radyoterapist tedavi öncesinde ve tedavi devam ederken alınması gereken ilaçları hastaya anlatır
Beyine radyoterapi alan hastalar baş ağrısı, deride değişiklikler, yorgunluk, bulantı, kusma, saç dökülmesi, hafıza ve düşünme süresiyle ilgili problemle karşılaşalabilirler.Bir çok yan etki zamanla geçer.
Radyoterapinin diğer yaygın yan etkileri boğazda kuruluk ağrı, yutma zorluğu, yorgunluk, tedavi olan bölgede doku değişiklikleri ve iştah kaybıdır.

DİĞER YAN ETKİLER

Kanser iştah azalmasına neden olabilir. Bazı hastalarda ağızda tatsızlık oluşur. Çoğunlukla tedavilerin yan etkileri olan bulantı, kusma ve ağızda yaralar hastanın yemek yemesini güçleştirir. Fakat beslenme çok önemlidir. Öğünler mutlaka yeterli kalori ve protein içermelidirler. Böylece kilo kaybı ve dokuların kendini tekrar tamir etmesi sağlanabilir. Tedavi alan hastalar, düzenli ve yeterli beslenirlerse kendilerini daha enerjik ve iyi hissedeceklerdir ve ilaçların yan etkileri daha az görülecektir.
Verilen tedavi ile iyileşme şansı nedir?
Bazen hastalar iyileşme şanslarının rakamlarla ifade edilmesini isterler. Aslında yapılan büyük çalışmalarda hangi evredeki hastanın ortalama ne kadar süre yaşayabileceğine dair rakamsal yüzde değerleri mevcuttur. Ancak unutulmamalıdır ki bu istatistiksel değerler binlerce hastaya ait değerlerin bir ortalamasıdır, yani herhangi bir kanser hastasına ne olacağını önceden kestirmek için kullanılması tam olarak doğru olmaz. Kanseri olan iki hastanın gelecekte ne olacağı birbirinden farklıdır, tümörün ve hastanın kendisine ait bugün henüz bilemediğimiz pek çok faktör aynı hastalığa yakalanan iki kişinin farklı seyirler göstermesinde etkili olmaktadır. Bu nedenle kendinizi başka hastalarla kıyaslamayınız

HASTALARIN TAKİBİ :
Akciğer kanseri tedavisinden sonra hastanın takibi de çok önemlidir. Düzenli kontroller sağlık durumundaki değişiklikleri ortaya çıkarır. Böylece eğer kanser tekrarlar ya da yeni kanser oluşursa bu mümkün olduğunca çabuk tedavi edilebilir. Bu kontroller muayene, göğüs filmi ve çeşitli laboratuar testlerini içerir. Kontroller arasında ortaya çıkan herhangi bir sağlık problemi hemen doktora bildirilmelidir.
Tedavi sonrası önerilen özel bir diyet yoktur, dengeli beslenme, fazla yağlı yiyeceklerden kaçınma, düzenli egzersiz yapmak yani normal şartlar altında her sağlıklı insanin uyması gereken kurallar sizin için de geçerlidir.
Kilo kaybı, iştahsızlık, aşırı yorgunluk, bulantı-kusma, baş dönmesi, karın ağrısı ve dolgunluk, kemik ağrısı, iki haftadan fazla süren öksürük, baş ağrısı olduğunda normal periyodik kontrol zamanınızı beklemeden doktorunuza ulaşmanız gereklidir.
Tedavi sırasında ve sonrasında cinsel yaşamınıza eskiden olduğu gibi devam etmenizde bir sakınca yoktur. Kemoterapinin yumurtalık hücreleri üzerinde olan mutajenik (bebekte ciddi anormallikler olabilmesi) etkileri nedeni le tedavi süresince gebeliği önlemek için doğum kontrol yöntemlerinden biri tercih edilmelidir. Verilen kemoterapi ilaçlarının çoğu yumurtalıkların çalışmasını bozar ancak bu etkilenmenin derecesi hastadan hastaya değişir.Genç erkek hastalar gelecekteki yapay döllenme yada invitro fertilizasyon için kemoterapiden önce spermlerinin saklanmasını isteyebilirler.Bazı kemoterapik ilaçlar periferik sinirlerdeki duyuları etkilediğinden ereksiyon yeteneğini yada ereksiyon sağlamayı ve sürdürmeyi engelleyebilirler.
Tanı sonrası tedavi planı ile yaşadığınız fiziksel ve ruhsal sıkıntılar, hastalığa veya tedaviye bağlı yorgunluk, halsizlik hissi, cinsel yaşamınızın, istek ve heyecan duyma gibi duygularınızı etkileyebilir. Cinsel yaşamınız ile ilgili bu tür sorunlar , bu dönemde yaşadığınız ve tedavi sonrası geçen diğer sorunlar gibi zaman içinde geçecektir.
Cinsel yaşamınıza yönelik kaygılarınız olduğunu ve bu konuda yardım almak istediğinizi tedavi aldığınız kemoterapi ünitesindeki doktor ve hemşirelere belirtmekten çekinmeyiniz .
KANSER HASTALARINA DESTEK
Ciddi bir hastalıkla beraber yaşamak kolay değildir. Kanser hastaları tıbbi ve fiziksel değişikliklerle baş etmek bir yana hayatlarını zorlaştıran bir çok endişe, duygu ve düşüncelere sahiptir. Kanser hastaları işlerini sürdürebilme, ailelerinin geleceği ve günlük aktivitelerini yapabilme konusunda endişelidirler. Yapılan tetkikler, tedaviler, hastanede yatma gerekliliği, tedavi ücretleri onları endişelendirir. Bu duygusal durumla baş etmek içinde yardıma ihtiyacı vardır. Aslında bir hastanın bu duygusal durumuna dikkat etmek tedavinin bir parçasıdır. Sağlık personelinin desteği, destek grupları, hastadan hastaya ilişkiler kişinin kendisini daha az yalnız hissetmesini önler ve az stresli olmasını sağlar. Hayatlarının kalitesini artırır. Kanser destek grupları kanser hastalarının tecrübelerini paylaşmak ve konuşmak için güvenli ortamlar sağlar. Hastalar sağlık personeline böyle bir grup bulmak için danışabilirler.
Doktorlar, hemşireler ve diğer sağlık çalışanları onların tedavi, çalışma ve diğer faaliyetleri konusundaki sorularına yardımcı olurlar. Bunun yanı sıra dernekler, danışmanlar, dini topluluklar ve üyeleri hastaların kişisel problemleri ve gelecekleri ile ilgili olarak onların kaygılarını giderici yaklaşımlarda bulunabilirler.
Arkadaşlar ve akrabalar hastalara destek olabilir. Hasta, onunla dertleşecek diğer kanserli hastalarla tanışabilir. Kanser hastaları destek grupları oluşturup onlarla tedavinin etkileri ve kanser konusunda bildiklerini paylaşabilir. Bu konuda akılda tutulması gereken her hastanın farklı olduğudur. Her ikisi de aynı kanser hastası olmasına rağmen bir hasta için doğru olan tedavi ve yaklaşım diğeri için yanlış olabilir. Daima doğru olan arkadaşların ve diğer aile üyelerinin önerilerinin doktora danışıldıktan sonra uygulanmasıdır.

15 Ağustos 2014 Cuma

Dereotunun Yararları Nelerdir?

Salatalarda farklı bir tat elde etmeyi herkes ister. İşte dereotu tam da farklı bir tat ve koku elde edebileceğimiz bir sebzedir. Salatalarınıza ayrı bir renk ve koku kattığı gibi özel günlerde misafirleriniz geleceği zaman yapacağınız salatalara da ilave edebilirsiniz. Taze olarak salatalarda tüketmenin yanı sıra dereotu yemeklere de eklenir ve pişirilebilir. Tüm bu farklı tadı, hoş kokusu dışında şifasıyla da sağlığınıza sağlık katacak bir bitkidir. Birçok hastalığın tedavisinde kullanılır. Taze ve kurutulmuş şekilde tüketebilirsiniz. Aromatik bir bitkidir. Birçok ülkede faydaları bilinmekte, ayrıca yemeklere tat katması sebebiyle de sıkça tercih edilmektedir. Peki faydaları vardır diye belirttiğimiz dereotu yararları nelerdir?

Dereotu Nasıl Bir Bitkidir?

Latincesi anethum graveolens olan bu şifalı bitki ülkemizde bölgelere veya yörelere göre farklı isimler alır. Tarhana otu, tere otu, durak otu gibi isimlerle de adlandırılır. Tıbbi yönden birçok faydası da bulunan dereotu buhar banyosu da yapılabilir. Şifaları nedeniyle İsveç, Norveç gibi ülkelerde salata ve yemeklerde sıkça tercih edilir. Rezeneye benzer fakat tadı daha acıdır. Karvon, limonen gibi maddeler içerir. Birçok ülkede popüler bir çeşni olarak kullanılır. A, B1, B2 gibi vitaminler ile potasyum, kalsiyum gibi mineraller içerir.

Dereotunun Faydaları

Öncelikle ağız kokusundan sıkıntı çekenler, nefesi kokanlar bu bitkiyi rahatlıkla kullanabilir ve bu dertlerinden kurtulabilirler. Ağız kokusu hiç kimsenin istemediği bir durumdur. Kişinin kendisini rahatsız etmekle birlikte çevresindeki insanlara da rahatsızlık verir. İşte nefes kokusunu geçirmesi dereotunun faydaları arasındadır. Yaraları temizleyerek iyileşmesini sağlar. Sindirim sistemini rahatlatır. Kolay bir sindirim sağlar. Buhar banyosu ile rahim ağrılarına çare bulunabilir. Ayrıca sarımsak ile birlikte kullanıldığında antibakteriyel bir özelliğe sahiptir. Uykusuzluk problemi mi yaşıyorsunuz? Geceleri herkes uyurken siz uykunuz gelsin diye mi bekliyorsunuz? O halde koyunları saymak yerine bu şifalı sebzeyi tüketmeye çalışın. Uykusuzluk sorununu gidermesi dereotu yararları örneğidir. Hıçkırık için de etkilidir. Özellikle kadınlardaki adet döngüsünün sona ermesi sonucu menopoz döneminde büyük fayda sağlar. Çünkü bu şifalı sebze menopoz dönemi ve sonrasında kadınlarda sıkça görülen kemik erimesi rahatsızlığına etki eder.
dereotunun faydaları 300x199 Dereotu Yararları Nelerdir?Emziren veya yeni doğum yapmış anneler de bu şifalı sebzeyi bolca tüketmelidir. Süt salgılanmasını arttırır ve yeni doğum yapmış annelerin bu konuda sıkıntı çekmesini engeller. Süt salgısını arttırması da dereotu yararları arasındadır. Böbrek taşını düşürmeye yardımcı olur. Yumurtalıklardaki ağrıları hafifletir. Mide krampları, şiddetli mide ağrılarını geçirir. Diş ağrısına faydalıdır. Gaz giderici etkisi de vardır. Kozmetik sanayinde de kullanılır. Özellikle losyon yapımında tercih edilir. Elde edilen losyon kızarıklık ve göz iltihapları için kullanılabilir. Baş ağrısını rahatlatır. Kan basıncını azaltır.

Dereotu Zararları

Faydaları bu kadar bol olan dereotu zararları da bulunmaktadır. Emziren ve doğum yapmış anneler kullanmalı fakat hamile anneler kullanmamalıdır. Ayrıca içerdiği bir madde nedeniyle nadiren bazı insanlarda alerjiye sebep olabilir.

14 Ağustos 2014 Perşembe

Böbrek Taşı Düşürme

Böbrek taşı düşürmek bir insanın hayatta yaşayabileceği en şiddetli ağrıya sebep olabilir. Gerçekten de taş düşüren pek çok kadın bu ağrının doğum sancısından daha şiddetli olduğunu ifade etmektedir. Çok eski zamanlardan beri insanlarda sıkıntıya yol açtığı belgelenen böbrek taşı hastalığı günümüzde de oldukça sık görülmektedir. Hatta son 20-30 yıl içinde idrar yolu taşı görülme sıklığında belirgin bir artış olduğu bildirilmektedir. Bu artışın kesin sebebi bilinmemekle birlikte beslenme alışkanlıklarındaki değişikliklere ve az sıvı alımına bağlı olduğu düşünülmektedir.

İdrar yolları içindeki taşın ismi sistemde bulunduğu bölgeye göre , kalis taşı, renal pelvis taşı, üreter taşı, mesane taşı olarak isimlendirilmektedir.


İdrar yolunda taş nasıl oluşur?

Böbrekler vücudumuzun filtre sistemi olarak çalışırlar. Kan sürekli olarak böbreklerden süzülürken yararlı maddeler emilir, istenmeyen maddeler ise idrarla dışarı atılır. İdrar çok yoğun ise böbrek taşı oluşma riski artar. Yoğun idrar içerisinde atılan tuzlar ve mineraller böbreklerin iç yüzeyinde tübül denilen ünitelerde zamanla taşa dönüşecek kristaller halinde çökeltiler oluştururlar. Zamanla bu kristaller birleşerek taş haline gelir. Halk arasındaki inanışın tersine yiyecekleri yıkamadan "kumlu" yemekle veya incir ve armut gibi tanecikli meyveleri tüketmekle taş oluşmaz.

Böbrek taşı hastalığı, idrarda yüksek seviyelerde kalsiyum, okzalat, ürik asit maddeleri olduğunda veya kristallerin birbirine yapışmasını engelleyen sitratın az miktarda olduğu durumlarda ortaya çıkmaktadır. Bu süreç, istiridye içerisine giren bir parça kum tanesinin zamanla inciye dönüşmesine benzetilebilir. Taşların büyüklüğü ufak bir pirinç tanesinden bir mandalinaya kadar değişebilir.


İdrar yolu taşına bağlı yakınmalar nelerdir?

Böbrek taşlarının çoğunluğu bulgu vermez, başka bir sebeple yapılan radyolojik incelemeler sırasında saptanır. Eğer taş büyükse ve böbrek havuzcuğunda tıkanıklığa yol açmışsa ağrı ve enfeksiyona sebep olabilir. Taş hareket edip üreter adı verilen böbrekle mesane arasındaki kanala girerse idrar akışını tamamen engelleyerek kolik denilen çok şiddetli ağrıya yol açabilir. Ağrı bel bölgesinden başlayarak kasığa doğru yayılır ve hastalarda bulantı, kusma, karın şişliği gibi ek yakınmalara yol açabilir. Taşın idrar yollarını zedelemesine bağlı idrarda kanama görülebilir.


İdrar yolu taşı tanısı nasıl konulur?

Taşların bir kısmı rastlantısal olarak saptanır. Ultrasonografinin yaygın kullanılması ile günümüzde herhangi bir yakınmaya yol açmadan tanı konulan taş hastalığının sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Diğer yandan bel ağrısı, tekrarlayan idrar yolları iltihabı veya idrarda kanama gibi yakınmalar hastayı hekime getiren unsurlardır. Bu yakınmalarla başvuran hastalarda aşağıdaki incelemeler biri veya birkaçı yapılarak kesin tanı konulmaktadır.

Direk Üriner Sistem Grafisi (DÜSG): X ışını kullanılarak çekilen bu film ile saydam olan (opak) böbrek taşlarının çoğunluğu görülebilir. Opak olmayan taşlar veya küçük üreter taşları bu teknikle görüntülenemez.

Ultrasonografi: Bu yöntemde iç organları izlemek için yüksek frekanstaki ses dalgaları kullanılarak elde edilen veriler bir bilgisayar yardımı ile ekranda görüntü haline getirilir. X ışını kullanılmadığından güvenli bir yöntem gibi gözükmesine rağmen özellikle üreterde yer alan küçük taşları göstermede yetersizdir.

İntravenöz Pyelografi (İVP): Bu yöntemde damar içerisine verilen bir kontrast madde aracılığıyla aynı anda hem böbreklerin anatomisi hem de fonksiyonlarını incelemek mümkün olmaktadır. Bu yöntemle taşların böbrek içerisindeki yerleşimleri ve böbrekte oluşturdukları hasar hakkında detaylı bilgi alınabilmektedir. Kontrast maddeye alerjisi olanlar, hamileler ve böbrek yetmezliği olanlarda bu teknik uygulanmamalıdır.

Spiral Bilgisayarlı Tomografi (BT): Röntgen ışınları kullanılarak yapılan ince kesitli üriner sistem BT günümüzde böbrek taşlarının değerlendirmesinde altın standarttır. Dakikalar içerisinde yapılabilen bu inceleme ile 1-2 milimetre boyutundaki taşlar bile görülebilir. Ayrıca taşın yoğunluğu ölçülerek taşın kırılabilirlik derecesi saptanılabilir.

İdrar yolu taşı tanısı konulan hastalarda başka tetkikler yapılmalı mı?

Taş tedavisi olan hastalarda (özellikle tekrarlayan taşı olanlarda) yeniden taş oluşumunu engelleyici önlemler alınmaz ise 5 yıllık bir süre içerisinde yaklaşık %50 oranında yeniden taş oluşur. Tekrarlayan üriner sistem taşı olanlarda metabolik değerlendirme yapılmalıdır. Bu araştırma için 24 saatlik idrar toplanmakta ve idrarda kalsiyum, ürik asit, sitrat ve okzalat düzeylerine bakılmaktadır. Aynı anda kan örneği de alınarak kanda kalsiyum, inorganik fosfat ve paratiroid hormon düzeyleri belirlenmektedir.


Taş oluşum riskini artıran faktörler nelerdir?

Yetersiz sıvı alımı: Yeterli sıvı alınmazsa, özellikle de su içilmez ise idrar içerisinde taş oluşumuna yol açan minerallerin konsantrasyonu artar. Bu yüzden sıcak iklimde yaşayanlar veya sıcak ortamlarda çalışanların taş oluşturma riski artmaktadır.
Aile öyküsü ve kişisel öykü: Ailesinde taş öyküsü olanların taş oluşturma olasılığı yüksektir. Yine böbreğinde bir kez taş oluşan bir hastanın 5 yıl içinde ikinci bir taş oluşturma riski %50 civarındadır.
Yaş cinsiyet ve ırk: Böbrek taşı hastalığı çoğunlukla 30-50 yaş aralığında görülür. Erkeklerde ve beyaz ırkta taş hastalığına daha sık rastlanır.
Bazı hastalıklar: Renal tübüler asidoz, gut ve sistinüri gibi nadir görülen hastalıklarda taş oluşturma riski artar.
Diet: Yüksek hayvansal protein ve düşük lif içeren dietlerde taş oluşturma riski artar. Ayrıca fazla miktarda tuz tüketimi ile taş oluşumunun ilişkili olduğu saptanmıştır.
Az hareket veya hareketsizlik: Yatalak olan hastalarda ve uzun süre az hareket eden hastalarda kemiklerde erime olabilir ve idrarda kalsiyum oranı yükselerek taş oluşma riski artar.

İdrar yolu taşları tedavi edilmeli midir?

Böbrek havuzcuğunda (pelvis) yerleşik taşlar mutlaka tedavi edilmelidir. Aksi takdirde böbrekte fonksiyon bozukluğuna ve iltihaba yol açabilmektedirler.

Eğer böbreğin içindeki kaliks adı verilen ceplerin içinde bir taş var ise ve belirgin bir yakınmaya sebep olmuyor ise, belirli aralıklarla izlem yeterli olabilir. Fakat kaliks taşları bulundukları yerde zamanla büyürse veya hareket edip üreter kanalına girer ise ağrı, kanama, iltihap gibi ciddi sorunlar ortaya çıkabilir. Bu tür kalis taşları tedavi edilmelidir.


Taşlar nasıl tedavi edilir?

Medikal Tedavi

5 mm.ye kadar olan taşların büyük çoğunluğu verilen ağrı kesici, antispazmodik ilaç tedavisi ve bol sıvı alımı ile düşürülebilir. Taşın boyutu büyüdükçe müdahalesiz düşürme olasılığı azalır.


ESWL (Vücut dışından şok dalgaları ile taş kırma)

Böbrek taşlarının tedavisinde en sık kullanılan yöntemdir. Vücut dışında oluşturulan şok dalgaları taş üzerine odaklanarak tedavi sırasında taş küçük parçalara bölünür. Daha sonra bu parçaların idrarla atılması beklenir. İşlem sırasında duyulan ağrıyı azaltmak için çoğunlukla sakinleştirici ilaç kullanılması veya hafif bir anestezi verilmesi gerekebilir. ESWL sonrası taş parçacıklarının dökülmesi günler hatta bazen haftalar sürebilir. Bu süreçte hastalar ağrı hissedebilir ve idrar yolu iltihabı gelişebilir. Çok ender de olsa üreter kanalında kumlar birikerek dökülmesinde gecikme olabilir (kum yolu, taş yolu) ve bu durum ek tedavi gerektirebilir.


Perkütan Nefrolitotripsi (PNL)

Böbrek içindeki taş 2 cm.den büyük olduğunda veya ESWL ile kırılamadığında uygulanan güncel bir yöntemdir. Genel anestezi altında bel bölgesinde 1 cm lik kesiden oluşturulan bir yoldan böbreğin içerisine girilerek taşlar bir bütün halinde veya kırılarak aynı yoldan dışarı çıkartılır. Endoskopik yani kapalı bir ameliyat yöntemi olan perkütan nefrolitotripsi ameliyatında görüntüler endokamera ile bir televizyon ekranına büyütülmüş olarak taşınır. Taşlar genelde pnömatik, ultrasonik veya lazer taş kırıcılar ile parçalanırlar. Ameliyat bitiminde böbrekte 2-5 gün süreyle idrarın geçici bir süre için dışarı alınmasını sağlayan bir tüp (nefrostomi tüpü) konulur.


Üretoroskopi

Üreter kanalı içerisindeki taşlar düşmezse veya ESWL ile kırılamazsa idrar yolundan üreteroskop denilen aletler yardımıyla girilerek tedavi edilebilirler. Üreteroskoplar 2.5-3 mm çapında, uzunlukları boyunca bir çalışma kanalı ve görüntüyü sağlayan bir mercek bulunan cihazlardır. Rijid yani sert üreteroskoplar ile dış idrar yolu ve mesane geçilip üreter içine girilerek taşlar Holmium lazer veya pnömatik taş kırıcı ile kırılarak tedavi edilir. Bu üreteroskoplar ile alt ve orta üreterdeki taşlar tedavi edilebilirler. Fleksibl yani kıvrılabilen üreteroskoplar ise uçları çeşitli yönlerde ve açılarda döndürülebildiğinden hem üst üreterdeki, hem de böbrek içinde havuzcuk ve kalis adı verilen ceplerdeki taşların tedavisinde kullanılırlar. Üretereroskopik taş tedavisi sonrası hastalar aynı gün veya bir gün sonra evlerine taburcu edilirler.

Taş oluşumunu önlemede 3 temel kural

Günde 2,5 litre kadar su tüketilmeli
Hayvansal proteinler özellikle sakatat az tüketilmeli
Az tuz tüketilmeli

Zeytinyağının Faydaları Nelerdir ?

Zeytinyağı Nedir?

Zeytin ağacında yetişen zeytin meyvelerinden elde edilen yeşilimsi bir yağdır. Zeytin ağaçlarının ömrü oldukça uzundur. (300 – 400 yıl arası ömrü olduğu bilinmektedir.) Bu nedenle mitolojide ve botanikte bu ağaç için “ölümsüz ağaç” da denilmektedir. Bu ağaçların meyveleri sayesinde yapılan zeytinyağının birçok faydası bulunmaktadır.


Zeytinyağının Faydaları

* Çocuklarda beyin gelişiminde etkilidir.
* Gelişim çağındaki çocukların kemiklerinin güçlenmesini hızlandırmaktadır.
* İçinde birçok vitamin içermektedir. Başta E vitamini, A, D ve K vitamini bulunmaktadır. Vitaminler sayesinde hücrelerin yenilenmesi sağlanmaktadır.
* Doku ve organların yaşlanmasını geciktirmektedir.
* Diyet programlarında mutlaka kullanılması önerilmektedir. Çünkü bağırsakları çalıştırmada etkilidir. İçinde bulunan oleik asit sayesinde en kolay hazmedilen yağ özelliği taşımaktadır.
* İdrar yollarındaki iltihapların ve safra kesesindeki rahatsızlıkların giderilmesinde etkin olarak kullanılmaktadır.
* Zeytinyağı ile gargara yapılması durumunda dişlerin beyaz kalmasında fayda sağlar.
* Cilde ve saça faydalıdır. Saça sürüldüğü zaman kepeği engeller ve dökülmeyi önler. Ayrıca saçı da parlatır. Kuru cildi canlandırdığı gibi kırışıkların azaltılmasında da etkilidir. Cilde pürüzsüz bir güzellik katar.
* Yorgun ayakların dinlenmesinde faydalıdır. Canlandırır. Çatlak ve kuru ayaklarınızın tedavisinde zeytinyağından faydalanabilirsiniz.
* Kırılgan tırnaklarınız için zeytinyağı önerilmektedir. Tırnakları hem güçlendirir hem de güzel görünmesine katkı sağlar.
* Doğum çatlaklarınız var ise zeytinyağı kullanarak bunların iyileşmesini sağlayabilirsiniz.
* Emzirme esnasında göğüs ucunda oluşan yaraların iyileşmesi için zeytinyağı ile bakım yapabilirsiniz.
* Zeytinyağı sayesinde traş edilecek bölgeyi yumuşatabilir ve rahatlama sağlayabilirsiniz.
* Kurumuş ve çatlamış olan dudaklar için nemlendirici ve merhem olarak zeytinyağını tercih edebilirsiniz.
* Zeytinyağında linoleik asit bulunmaktadır.
* Kalp ve damar hastalıklarının tedavisinde faydalı olduğu belirlenmiştir. Kalp krizi riskini azalttığı yapılan deneyler sonucu kanıtlanmıştır.
* Hamile iseniz, zeytinyağı tüketimine dikkat etmeniz gerekmektedir. Çünkü içinde bulunan yağ asitleri sayesinde bebeğin hücre ve sinir oluşumu üzerinde olumlu etkisi vardır. Bu nedenle günde iki çorba kaşığı zeytinyağı önerilmektedir.
* Yaşlandığınız zaman kalsiyum kaybını engellemek ve kemik erimesine yakalanmamak için zeytinyağı tüketmeniz önerilmektedir.
* Tansiyon düşürücü etkisi vardır. Ayrıca zeytin ağacının yaprağı ile tansiyon düşürücü ilaçlar yapılmakta ve hastalara sunulmaktadır.
* Hücre yenilenmesinde etkilidir.
* Bağırsak kanserine karşı koruyucu özelliği vardır.
* Zeytinyağı tüketen kişilerde mide asidinin azaldığı böylece gastrit ve ülser gibi hastalıkların daha az görüldüğü belirlenmiştir.
* Safra taşı riskini azaltır.
* Zeytinyağı içindeki klor sayesinde de böbreğin daha iyi çalışmasına yardımcı olmaktadır.
* Zeytinyağı beyin damarlarının sağlığına da olumlu yönde etki etmektedir.
* Romatizma tedavisinde etkilidir.
* Kansızlık ve gut hastalığına iyi gelmektedir.
* Kireçlenmeyi önlemede etkin bir rol oynar.
* Unutkanlığı önlemede etkilidir.
* Yapılan deneyler sonucu zeytinyağının radyasyona karşı koruyucu bir madde olarak görev yaptığı belirlenmiş ve kanıtlanmıştır.
* Karışık içkilerin yol açtığı sarhoşluğu kısmen de olsa azalttığı bilinir. Bu faydanın etkili olması için içmeden önce zeytinyağı içilmesi gerekmektedir.
* Oruç tuttuğunuz dönemlerde sahur vaktinde bir yemek kaşığı zeytinyağı içmek midenin rahatlamasına sebep olacaktır.
Bu sayede anne sütünden kesilmiş olan bebeklerin beslenmesinde etkilidir. Yağsız inek sütü içine birkaç damla zeytinyağı koyarsanız doğal besin işlevi olarak görev yapar.

Zeytinyağının diğer faydaları

* Romatizma ağrınız var ise zeytinyağı ile kuru defne yaprağını karıştırmanız ve macunlaştırdıktan sonra ağrıyan bölgeye bolca sürmeniz gerekmektedir. Bu sayede ağrılarınız azalacaktır.
* Deri yırtılması ya da bir kesik söz konusu ise zeytinyağı ile arı balmumu, doğranmış soğan ve kuyruk yağını karıştırıp merhem haline getirebilirsiniz.

Bunları Biliyor muydunuz ?

*Zeytinyağının bağırsak kanserine karşı: koruyucu özelliğe sahip olduğu belirlenmiştir. Doktorlar zeytinyağının bağırsak kanserinin başlamasını engellemek için midedeki asitle tepkimeye girdiğini keşfetmişlerdir.

*Tansiyon düşürücü: Archives of Internal Medicine dergisinin 27 Mart 2000 tarihli sayısında yayınlanan bir çalışma, zeytinyağının yüksek tansiyona olumlu etkisini bir kez daha vurgulamaktadır. Ayrıca zeytin ağacının yaprağı ile tansiyon düşürücü ilaçlar yapılmaktadır.

*İç organlara faydaları: Zeytinyağı mide asidini azaltarak mideyi gastrit ve ülser gibi hastalıklara karşı korur. Bunun yanı sıra safra salgısını harekete geçirerek, sindirimin en mükemmel hale gelmesini sağlar. Safra kesesinin boşalma işlemini düzenler ve safra taşı riskini azaltır. Ayrıca içindeki klor sayesinde de böbreğin çalışmasına yardımcı olur ve böylece vücudun atıklardan arınmasını kolaylaştırır. Bunların yanı sıra beyin damarlarının sağlığına da olumlu etkisi vardır.

*Yaşlanmayı önlemesi: Zeytinyağının içerdiği vitaminler, hücre yenileyici özelliklere sahip oldukları için, yaşlılık tedavisinde de kullanılır, cildi besler ve korurlar. Besinlerle beraber bedenimize "serbest radikal" denilen bazı maddeleri de alırız. Zeytinyağı, başta E vitamini olmak üzere, içerdiği çok sayıdaki antioksidan maddeyle bu zararlı maddelerin vücudumuzda neden olduğu tahribatı önler, hücrelerimizi yeniler, doku ve organlarımızın yaşlanmasını geciktirir.

*İşte zeytinyağını dıştan sürmekle elde edilen faydalardan bazıları:

• Cilde ve saça inanılmaz güzellik katar. Kuru cildi canlandırır, kırışıklıkları azaltır. Zeytinyağı cildi yumuşatır ve esnek, pürüzsüz bir görünüm verir.
• Zeytinyağı yorgun ayakları dinlendirir ve canlandırır. Zeytinyağının mükemmel yumuşatma ve nemlendirme kapasitesi vardır. Çatlak ve kuru ayakları tedavide birebirdir.
• Zeytinyağı traş edilecek bölgeyi yumuşatma ve rahatlatmada birebirdir.
• Kurumuş ve çatlamış dudak için merhem olarak kullanılabilir.
• Saçtaki kepeği ve dökülmeyi engeller. Saçı parlatır.
• Tırnakları güzelleştirir ve güçlendirir.
• Zeytinyağı ile doğum çatlakları azaltılabilir.
• Emzirenler için en iyi göğüs ucu bakımı zeytinyağı ile yapılır.